Kahve olayım nasıl başladı?

Kahve olayım nasıl başladı?


2008’li yılların ortaları ve ben kendimi daha bulamamışken Kanal D’de çalışmak üzere koşturduğum bir hayatın eşiğindeyim. O yıllar bir yönlendirmeyle gittiğim ilk franchising firmasıydı Krispy Kreme! O sıralar Türkiye’de Dunkin’ Doughnuts operasyonlarının bitmek üzere olduğu yıllar iken (tabi ben bu bilgiden başlarda muafım) ben Krispy’de ciddi bir hevese kapılmış hizmet sektörünün, Türkiye’de önde gelen yöneticilerinden eğitimler alarak kendimi geliştiriyorum. Ahmet Murtezaoğlu, Atilla Yıldıztekin, Süleyman Lengerli gibi başarılı işler yapmış iş adamlarının önderliğinde operasyon müdürlerimizle birlikte hevesli & eğlenceli bir dönemdeyim. Eğitimler, tecrübeler ve eğlenceli çalışma hayatının bize aktarılmaya çalışıldığı bir dönemde ister istemez etkileniyorsunuz. Benim de bu dönemde kendime en yakın gördüğüm kahve tabi.

O zamanlar Türkiye 2.dalga kahvecilik denilen dönemde ve cappuccino & americano yapmaktan öne geçemiyor haliyle. Ancak oldukça forslu bir iş yani iyi bir barista olmak sadece kahve türevlerini doğru şekilde servis etmek değil, herşeyi bilmekti Krispy’de çünkü herşeyi öğrendikten sonra bara geçerdin. Bar, kadim ve değerliydi. Sadece tecrübeli personeller, supervisorler orada çalışırdı. Bu durumda ben rahat durur muyum? Elimden geldiğinin en iyisini yapmaya çalışıyorum, fazladan mesailer ( kendi isteğimle ), erken gelip üretime dalıp doughnut üretimini öğrenmeye çalışma çabaları, müdürlere yakın olarak kısa yollar ve tecrübeler hakkında bilgi kapma çabaları vs. Bir süre sonra zaten işler daha da kahve yönlü gitmeye başladı ancak o zamanlar farkına varamadığım bir özelliğimden dolayı sanırım bir an yöneticiliği öğrenmeye doğru gittiğimi fark ettim. Yaklaşık 6 yıl çalıştığım tüm şirketlerde işim baristalık ile başlayıp yöneticilik ile bitti. Mutlu değildim ancak deli gibi tecrübe kazanıyordum, hani bazen mutlu olmazsınız ama kariyer yaptığınızı ve çevrenizdeki insanlardan daha ilerde olduğunuzu fark edersiniz ya! Tam oradayım işte, bakıyorum mutlu muyum? hayır. Hayatım istediğim gibi mi şekilleniyor? hayır. Bir şeyler yapmalıydım bu noktada ancak bazı dönemlerde isteseniz de bir şeyler yapamazsınız. Ben de o dönemlerde pek yapamadım, yaşamaya devam edip elimden geleni yapmaya çalıştım kendim için. Şöyle derler ya: “just move” heh işte öyle. Ta ki normalde ses etmeyeceğim, hakkımı aramayacağım ufak bir olay sonrasında istifa edip kendimi başka bir şehre atana kadar durum böyleydi.

Yeni bir şehir, yeni işler, yeni aşklar.. Hayır tabii ki aşk falan yok, ne aşkı! Hayatı o kadar zorlaştırıyoruz ki, yeni bir şehirde yapayalnız hayata tutunmaya çalışıyorsanız aşka ayıracak motivasyonunuz ve zamanınız pek olmuyor. Yaşadığım yeni şehirde yalnız yaşadığım 6 yıl benim tecrübelerime tecrübe katmamı, büyümemi, gerçekleri ve görmek istediğim şeyleri görmemi sağladı. 2 kere dibe vurdum, evsiz kaldım, battım. İnancıma gelince onu asla kaybetmedim, doğrularımdan asla vazgeçmedim. ” Siz, siz olabilmeyi başardığınızda her şey istediğiniz gibi oluyor”. Bir işletmecim vardı, son işimin (No48 Coffee şirketini kurmadan önce) patronu Tekin bey, bana şöyle derdi; ” Hayatı zorlaştırma İbrahim!”. O, bana kızdığı zaman bunu söylerdi, bıkmadan usanmadan! O tarihlerde pek idrak ettiğim söylenemez ancak son zamanlarımda oldukça iyi anlıyorum bu cümlenin aslında ne anlama geldiğini. Hayat zorlaştırabileceğimiz kadar zor değil, çok basit, görmemiz gerekenler gözümüzün önünde, yakalayabileceğimiz her şey burnumuzun dibinde. Sadece nasıl görebileceğimizi öğrenmeliyiz. Sevgilerle..

Yazıyı Paylaş
Facebook
Twitter
LinkedIn
Pinterest
Telegram